Ankara Üniversitesi Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nden Sosyal Antropoloji bölümü mezunu olan Can Soyer, ODTÜ Medya ve Kültürel Çalışmalar bölümünde yüksek lisans eğitimi aldı. Sosyalist Politika, Gelenek, soL, Komünist, İleri Haber, Yön gibi yayınlarda yayınlanmış çok sayıda makalenin yazarı olan Soyer, çeşitli kitap çalışmalarında da editör ve yazar olarak yer aldı. Soyer’in ¨Marksizm ve Siyaset: Yöntem, Kuram, Eylem¨ isimli bir kitabı bulunmakta. Örgütlü sosyalist mücadeleye lise yıllarında katılan Soyer, kuruluş çalışmalarından bu yana TİP üyesidir.
Daha açık bir deyişle, AKP iktidarının siyaset alanını toptancı ve bütünsel bir biçimde işgal ettiği bir ortamda, hiçbir tekil talebin veya mücadelenin sürdürülebilirliği kalmamıştır. Her tekil talep ve mücadele, çok değil birkaç adım içinde, ister iktidarın gadrine uğrayarak olsun isterse yalnızlaşıp marjinalleşerek olsun, ülke genelindeki siyasal ve toplumsal mücadeleye eklemlenmek zorunluluğuyla karşı karşıya gelmektedir.
Neoliberal kapitalizmde işe yaramayanın ya da faydasız olanın yaşamasının gereksizliği kuralı bozulmuyor; sermayeye aktarılması gereken kaynaklar emeklilik, sosyal hizmet, toplu konut, ücretsiz sağlık gibi uygulamalarla boş yere harcanmıyor; Farsoud’un atık emek statüsünde bir değişiklik olmuyor.
Artık olağan siyasal çalışmanın somut ve kalıcı mevzilere dönüştürülmesi sadece arzu edilir bir şey olmaktan çıkmış, şimdi ve yakın gelecekte sosyalist hareketin bir aktör olup olmayacağının ölçütü haline gelmiştir. Diğer bir deyişle, eşiğinde olduğumuz sıçrama Türkiye’de sosyalizmin kitlesel bir temsil ve mücadele gücüne kavuşması ile ilgilidir.
Savrulunan bu uzak noktada, iyi, duyarlı, üretken ya da fedakar insanlar olunabilir, ama Marksist olmak için toplumla kurulan ilişkiyi nesnelleştirmeyi, maddi bir varoluşa dönüştürmeyi hedefleyen mücadele pratiği bir koşuldur.
Sınıf bilinçlendikçe hareket etmeyip hareket ettikçe bilinçleniyorsa, belirgin bir sınıf öfkesi geniş emekçi kitlelerini harekete geçirmekte bir itiş gücü sağlayabilir. Bu da sınıf bilincinin ve siyasetinin üzerine inşa edileceği gerçek bir zemin sunabilir.
Cumhuriyetinin 100. yılını kutlamaya hazırlanan toplumların neşeli olması beklenir elbette. Ancak bizim ülkemizde 100. yıla bir hayli kederli girdiğimizi gizleyecek değiliz. Nedeni de gayet basit: Cumhuriyet’in 100. yılını kutlamaya yaklaştığımız Türkiye’de aslında bir cumhuriyetin olmaması.
Siyasetin konusu ya da malzemesi olarak geleceğin sosyalizm imgesini anlatıp durmanın sağladığı beleş radikalizm, kuşkusuz, iştah açıcıdır. Ancak radikallik, sözün keskinliğinden değil eylemin dönüştürücülüğünden gelir.
Her toplumun ideolojiler alanı, o toplumdaki sınıfların ve onların siyasal temsilcilerinin karşılıklı mücadelesinin yarattığı birleşik sonucu yansıtır. Buna kabaca “egemen ideoloji” demekte bir sakınca yok. Ancak “egemen ideoloji”nin tümüyle “egemenin ideolojisi” anlamına gelmediği notunu düşmek kaydıyla.
Sosyalist mücadele, evrensel ideallerin Türkiye acentesi gibi davranmaktan çok, Türkiye’de evrensel ideallerin hangi toprakta yeşereceğini arayıp bulmakla ilgilenmelidir.
Eğer Türkiye’nin son 20 yılındaki iktidar şiddeti hala tam anlamıyla başarılı olamadıysa, hala kendisine karşı koyan direnci yok edemediyse, bunda en büyük pay cumhuriyetçiliğin toplumdaki köklerinin sağlamlığına aittir. Diğer payın sahibi ise, bu köklerle üretken ve geliştirici bir ilişki kuran 1960’lı yılların sosyalist hareketidir.